14 Ekim 2014 Salı

Dostluk Üzerine MEHMET SAİT KARAÇORLU


dostluk200x230

Dostluk; meveddet, muhabbet, amitie, friendship, freundschaft, karşılıklı sevgiye dayanan anlaşma.
Sözlükteki karşılığı bu dostluğun. Tanımları da yapılmış elbette.
Ciddiyetsiz Voltaire; kendisinden beklenmeyecek kadar ciddiye alarak tanımlıyor dostluğu.
Felsefe Sözlüğü’nde. “Amitie / Dostluk; duygulu ve erdemli iki insan arasında kendiliğinden meydana geliveren anlaşmadır” diyor ve ilginç iki şartını ayni ilginçlikte açıklıyor: “Duygulu diyorum çünkü bir keşiş, dünyadan el etek çekmiş biri hiç kötü olmaz da dostluk nedir bilmeden yaşayabilir. Erdemli diyorum çünkü; kötülerin ancak suç ortakları olur.”
Devam ediyor Voltaire;
“Bu anlaşma iki şefkatli ve namuslu ruh arasına ne koyar. Bağlanılan şeyler, onlar duyarlılıklarının derecesine, edilen hizmetlerin sayısına göre kuvvetli veya zayıftır.”
Dostluk aşk gibi üzerinde çok düşünülmüş, çok konuşulmuş evrensel bir kavram. Hayatın önemli bir parçası. Çağlar boyunca filozoflardan, ahlâkçılardan, şairlerden bu güne taşınan ve kayda değer birçok düşünce var. Roma’lı Stoacı Çiçeron bunlardan biri.
“ De Amicitia / dostluk anlaşmadır. [Symhoina] Dostluk insanların; insanlarla ve tanrılarla ilgili her şeyde yakınlık ve saygı duygularıyla anlaşmalarıdır. Ancak iki insanın birbiriyle anlaşabilmeleri kolay değildir. Dostluğu gerçekleştirebilecek bir anlaşmanın meydana gelebilmesi için bir takım nitelikler gerekir. Bu niteliği taşımayanlar dost olamayacakları gibi dost da edinemezler. İyilik dostluğun en önemli niteliğidir. İyi olmayan insanlar dost olamazlar. İyi sayılmak için doğruluk dürüstlük hakseverlik yolunu tutmak gerekir. Katıksız iyilik ancak erdemli kişide bulunur. Dostluğu hem doğuran hem sürdüren fazilettir. Dostluk sürekliliği gerektirir. Gerçek dostluklar ölümsüzdür.
Ancak bu sürekliliği sağlamak kolay değildir. Ortaya çıkar ayrılıkları, siyasi çekişmeler çıkabilir. İnsanların huyları değişebilir. Kara talihler gibi dostlukların üzerine çöken öyle rastlantılar vardır ki bunlardan kurtulmak insanın elinde değildir. Dostluk her alanda uyuşmayı gerektirir. Her alanda uyuşmamış insanların dostluğu yalancı dostluktur. Ve her yalancılık gibi günün birinde kırılıp dökülmeye mahkûmdur. Dostluk sadakati gerektirir. Çünkü uzun süre uyuşmuş bulunanlar bu uyuşmanın bir ya da bir kaç niteliğini kaybetmiş bulunabilirler. Uyuşmamış dostluklar ne kadar yalancı ise bu niteliklerin yitirilmesinden dolayı bozulan dostluklar o kadar yalancıdır.
Hiçbir şey talihli bir budaladan daha çekimsiz olamaz.
Kimilerinin önceden faziletli insanlarken kumanda ve yetki elde ederek değiştikleri eski dostlarını hor görerek yeni dostlara bağlandıkları görülebilir. Yetkileri ya da paraları ile elde edilebilecek her şeyi aldıktan sonra, dostluğu, evrenin bu en değerli süsünü elde etmemekten daha budalaca ne olabilir?
Alınabilecek mallar kim güçlüyse onun malıdır. Fakat dostluk sadece dostun malıdır. Dostluk akıllı olmayı gerektirir. Herkesin mallarını alırken sadece kendilerinin olanı almayı beceremeyen budalalar dost olamazlar. Bu akıllılık sevgi alanında filizlenen bir akıllılıktır. Sevgi dostlukları hem sever hem korur. Sevgi ve dostluk sözcükleri ayni kökten gelir. [Amor, amicitia = sevmek] hiç bir yarar beklemeden sevmek, sevilene bağlanmak demektir. Dostluk birliği gerektirir. Dostlar arasında sadece sevmek ve beğenmek değil saygı da bulunacaktır. Doğa dostluğu faziletin yardımcısı olsun diye vermiştir. Kötülüklerin yardımcısı olsun diye değil. Utanç verici bir şeyi istememek, istenince de yapmamak dostluğun yasasıdır.
Bu konuda üç düşünce vardır:
Dostumuza karşı kendimize beslediğimiz duyguların aynini beslemek. Bu yanlıştır. Kendimize yapmamızın mümkün olmadığı şeyleri dostumuza yapabiliriz. Mesela kendimiz için yalvarmak en büyük şerefsizlik iken dostumuz için yalvarmak en büyük şereftir.
Dostumuza karşı onun bize beslediği duyguların aynini beslemek. Oysa dostluk böyle ince hesaplardan uzak kalacak kadar cömerttir. Aldığından çok vermekte bu kadar titiz davranamaz.
Dostun düşündüğü gibi düşünmek; bu da yanlıştır. Çünkü dost herhangi bir şekilde umutsuz olabilir. Hiç bir dost dostunu umutsuzluğa düşürmez, dost daha çok kuvvet vermelidir.”
Çiçeronun dostluk hakkında söylediği bu çarpıcı sözler mutlaka çok önemli ve güzel. Ancak dostluğun böyle kalıplar içinde ele alınmasının, kurallara hapsedilmesinin, yasalarla sınırlar çizilmesinin ne derece doğru olacağı; üzerinde düşünülmesi gereken bir başka boyut.
Dostluğun tanımında koyulan “kendiliğinden” ön şartı ile bu kural ve yasalar bir çelişki içinde gibi görünüyor.
“Dostluk; evrenin en güzel süsü” ifadesinden çok şeyler hissedilebilinir. Acılar, ıstıraplar kederlerle dolu insan hayatının nefes alınan kesintileridir dostluklar. Yaratılışında yalnızlığa ters yapısı ama sadece kendi olmaya mecbur özelliğiyle sonsuz bir yalnızlığa mahkûm insanın en az yalnız kaldığı zaman dilimleridir dostluklar. Yine insan; zıtlıkların ahengini kurmak zorundadır. Bölüştükçe artan mutluluğun yakalanabilmesi de dostluklara bağlıdır. Sadece süsü değil evrenin en büyük ihtiyacı da dostluk. İnsan bu ihtiyacı hangi şiddette duyuyorsa o büyüklükte dostluklar bulabiliyor.
Dostluk kan bağının üzerinde bir bağdır. Çünkü seçme özgürlüğünün alanı içinde kalır. Daha da önemlisi kaybetme korkusu vardır dostluklarda. Geçici durumlar için ortaya çıkmış beraberlikler dostluğun dışında kalır. Arkadaşlık sözcüğü ifade eder o beraberlikleri. Mahalle arkadaşı, asker arkadaşı, silah arkadaşı, okul arkadaşı gibi. Durum değiştikçe beraberlik de değişir. Fakat dostlukların en önemli niteliği kalıcı, sınırsız olmalarıdır.
Dostlukları tanımlamaya çalışmak yerine algılamaya ve anlamaya çalışmak daha doğru sonuçlara ulaştırır bizi. Ümit Yaşar, “Dosta Rubai” şiirinde hiç bir derinlik endişesi taşımaksızın ve çok yalın bir ifadeyle şöyle sesleniyor dostuna:
Yüzyıl geçse bulamam benzerini
Derdim mi kalır görsem ela gözlerini
Dünya ki bütün serveti samanı ile
Asla tutamaz sen gibi bir dostun yerini
Dünya servet ve samanı şiirlerde veya sözlerde olduğu gibi gerçekte kolayca terazinin diğer kefesine koyulamıyor muhakkak. Çok küçük menfaatler söz konusu olduğu zamanlarda bile çok eski dostluklar bozulabiliyor. Bu durumda “o gerçek dostluk değilmiş, gerçek olsaydı bozulmazdı” demek yeterli bir açıklama mıdır? Yoksa kaçış noktası mıdır?
Kanuni Sultan Süleyman dünya nimetini en uç noktada yaşamış bir insan. “Kırk altı yıllık saltanatımın en büyük nimeti şair Baki ile olan dostluğumdur” dediği rivayet ediliyor. Dünyanın neredeyse üçte birini elinde tutan bir imparatorluğun sınırsız imkânlarına sahip bir insan gerçekten böyle bir söz söylemiş ise, sağlıkla ilgili herkesin bildiği beytinden daha meşhur olmalıydı. Üzerinde daha çok düşünülmeliydi.
Dost aranmakla bulunmaz. Şairin; [Bir dost bulamadım gün akşam oldu] yakınmasını dost aramaya değil de dosta duyulan hasrete bağlamak daha yerinde olur. [Dost dost diye nicesine sarıldım / Benim sadık yarim kara topraktır] mısraları ise yine dostsuz kalmanın ıstırabını vurguluyor olsa gerektir. Elbette dost bulmak kadar dost olmak veya olabilmek de önemli. Dostluğu “karşıdaki” ile sınırlı tutmak, kendi içinde dostluğun nitelemesini ve sorgulamasını yapmamak dostsuz kalmak demektir. Eşrefoğlu Rumi, tıpkı Romal’lı Çiçeron gibi dostluk için bir takım şartlar ileri sürüyor.
Şol kim can vermez bu yolda pes niçin canan diler
Müddeidir ko anı kim dostu ol yalan diler
Dost yolunda elbette âşıka can virmek gerek
Zira ol dost aşığını bidil ü bican diler
Her kimin gönlünde kim dost derdi yok âdem değil
Düşmüş ol hayvanı ayş’e dün ü gün hüsran diler
[Bu yolda can vermeyi göze alamayan niçin cananı ister
(Boş) konuşur bırak onu dostu yalandan ister
Dost yolunda olan âşığın (onun yolunda) canını (bile) verebilmesi gerekir
Zira dost kendine aşık olanı cansız ve gönülsüz (halde) ister
Her kimin gönlünde dost derdi yoksa o insan değildir
Bir hayvan hayatının içindedir, dünü ve günü hep hüsrandır]
Eşrefoğlu Rumi, insan olmanın şartını dostu aramaya, dost bulmanın şartını da her şeyden hatta candan bile vazgeçmeye bağlıyor. Dostluk yolunda can vermeyi göze alamayan dostu nasıl ister? Canından vazgeçmeden, canından üstün bilmeden dostluğu isteyenin sözü delilsiz, boş bir iddiadır. Öyle bir dost isteyiş yalandır. Dost yolunda olana, dosta aşık olana elbette canından vazgeçmek düşer.
Çünkü âşık olunan dost, kendine gelecek olanı, yaşamanın tüm ihtiyaçlarından ve tutkularından vazgeçecek kadar cansız, gönlünü bütün çıkarlardan temizleyecek kadar gönülsüz ister. Aklı ve ruhu basit çıkarlar, geçici heveslerle kirlenmiş olanlardan dost olmaz. Kimin gönlünde dostun hasreti yoksa o bir hayvan hayatının içine düşmüştür. Dünü ve bugünü hüsran içindedir.
“Hüsran” kavramının da üzerinde durulması gerekiyor.
Hüsran, sadece bir kayıp ve yokluk değildir. Hüsranın içerdiği anlamın içinde kaybolan ve yok olan şeyin büyük emeklerle elde edildiği de vardır. Hüsran; doğru zannedilenin, yanlış olduğunun anlaşılması, hüsran; uzun zamanlar yolunda çok şey feda edilip de değmediğinin fark edilmesi, hüsran; bir ömür verilip yapılan şeylerin bir anda ve bir daha geri gelmeyecek şekilde elinden uçup gitmesidir.
Dostluk gibi “evrenin en güzel süsünden” mahrum olmanın kökeninde yatan belki de ruhun ihmal edilmesi bedene ihtimam gösterilmesidir. Manevi değerler şeklinde yuvarlak ve kapsamının sınırları netleşmemiş bir kavram var. Bu kavram; kalın duvarlarla çevrili hücresine hapsolduğumuz, koyu kaba çirkin dar ve basit materyalizme karşı bir tercih alanı açamıyor. İnsanların eskilerin behimi dediği hayvansal tarafını şaha kaldırıp diğer yönlerini tarihi bir sanat eseri gibi bazen hatırlanan ve özlenen ve buğulu çerçevelerin içine hapseden ve hafızanın bir köşesinden görünmesine bile tahammül edemeyerek çirkin bir gülüşle aşağılamaya çalışanların duvarlarını ördüğü bu yaşam biçiminin noksan tarafının mutlaka görülmesi, tanımlanması, tamamlanması gerekiyor.
Yoksa kurgu bilim canavarlarına dönüşmüş yaratıkların arasında kalacak, dostluğun değerini bilmek, dost bulmak, dost olmak değil dostluğu özlemek imkânımız bile kalmayacak. [Gayet şirin geldi dillerin dostum] gibi yalın ve basit bir tanımlama neden “şirin” nitelemesinin merakını uyandırmaz? “Şirin” gelmek nedir, nicedir merakı o ihmal edilen, yok sayılarak yok edilmeye çalışılan bölümümüzün varlığını hatırlatabilir mi?
Yoksa varlığının önemli bir bölümü çalışmaz hale getirilerek kötürümleştirilmiş halimizle “şirin” i ışıltılı vitrinlerde aramaktan başka çaremiz yok mu?
Dostluk, aşktan üstündür diyenler de olmuş. Aslında dostluğu diğer değerlerle derecelemek için ölçüm noktası yapmak doğru sayılmamalı. Dostluğun diğer güzellikler gibi, ayni kaynaktan doğan bir diğer nehrin kıvrımlarıyla akıp gitmesine, zaman, zaman şelaleler oluşturarak varacağı sonsuz okyanusa doğru koşuşuna benzetebiliriz.
Benzetebilmemiz için üç beş kuruş dilenmeyi tek yaşam felsefesi haline getirmekten vazgeçmeliyiz. Vazgeçmeyi başarabilmeliyiz. Bu işin sonu hüsran çünkü. Dilenip, dilenip de kirli çuvallara doldurup iğrenç kulübelerde veya banka kasalarında biriktirip sakladığımız o paraların yakın bir zamanda tedavülden kalkacağını, geçersiz olacağını görebilmemiz gerekmektedir.
Görülmesi gereken bir küçük nokta daha.
Dilenmek üzere bizi önce kötürüm hale getirip sonra sokaklara salan çete sadece üç beş kişi. Kötürüm ettiklerini zannettikleri ruhumuz ise gözlerimizi içimize çevirdiğimiz anda hareketlenecek müthiş bir nükleer güç.
Eşrefoğlu Rumi [Dün ü gün hüsran diler] diyordu. Dünü ve bugünü hüsran olanın yarını hüsran olmayabilir. Dostluğu dilemekle, istemekle, işe başlamak yetebilir.
 M. Sait Karaçorlu    
kaynak ahenk dergisi
Bu güzel yazı için Sayın M.Sait  Karaçorlu ve Ahenk dergisine sonsuz teşekkürler-BEYAZ BÜLTEN 




0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 

Copyright © BEYAZ BULTEN Design by O Pregador | Blogger Theme by Blogger Template de luxo | Powered by Blogger